|
|
|
|
|
|
0 |
Yeni Asır |
|
|
0 |
Yeni Asır |
|
|
0 |
Murat Arabacı |
|
|
0 |
Hürriyet |
|
|
0 |
Yeni Asır |
|
|
0 |
Sabah |
|
|
0 |
Yeni Asır |
|
|
0 |
Yeni Asır |
|
|
0 |
Yeni Asır |
|
|
0 |
Amk |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
0 |
Murat Arabacı |
|
|
0 |
Murat Arabacı |
|
|
0 |
Devrim Gürkan |
|
|
0 |
Mutlu Yılmaz |
|
|
0 |
Tolga Ersarı |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Büyük Her Yerde Büyüktür, Ligi Farketmez |
|
1970’lerin sonu ve 80’lerin başında benim için Beşiktaş’ın en büyük rakibi Altay’dı. Çünkü benim en büyük rakibim bir Altay’lıydı. Sevgili kuzenim Aybars Akoğlu ile anneannemin evini alt üst eder, kıran kırana maçlar yapardık. Ekseriyetle yenildiğim için olsa gerek; Beşiktaş’ın sahada benim intikamımı alması çok önemli ve keyifliydi.
Bir oyunumuz daha vardı: kibrit atmaca. Havaya attığımız kibrit kutusu dik gelirse 2 gol, Kav yazılı yanı gelirse 1 gol yazardık. Geniş taraf, kaçan pozisyondu. Onlarca sayfaya fikstür hazırlar, bazen eleme usulü, bazen averajlı maverajlı esaslı bir lig organize ederdik. Kısa zamanda atış stilinde ustalaştığımızdan ligin zirvesinde hep Beşiktaş’la Altay olurdu tabii. Genelde de bu final maçları hileli atış tartışmasıyla ve ligimizin tatil edilmesiyle sona ererdi. Dayımın bakışı Süleyman Seba etkisi yapar, annelerimizin Aziz Yıldırım çemkirmelerine gerek kalmazdı.
80’lerdeki en büyük rakibim Altay, sonraları memleket kontenjanı Konyaspor’la beraber 2. takımım haline geldi. Altay’ın her maçında Beşiktaş formamla sahada oldum en siyah beyaz şekilde. Pardon her maç değil; Ankaragüçlülerin Beşiktaş formasını görme riskine girmedim tabii ki. Ama Altay taraftarı olduğum sürece, onların da sempatisi inanılmazdı, Altay ligin en sempatik takımlarından biriydi. Büyük Altay’dı ya, ondan belki de. Sadece “Büyük” Altay. “En büyük” kibri ve tartışması biz İstanbul takımı taraftarlarının alanıydı. Ve o kibirdi, Anadolu’daki futbol sevdalılarını bize karşı kinle dolduran.
1999-2000 sezonu Altay için bir dönüm noktasıydı. İnter-Toto maçlarındaki galibiyetleri, ilk yarıdaki iyi performans izlemiş, İzmir’in siyah beyazlıları UEFA Kupası’na katılma hedefiyle heyecanlanmıştı. Aybars’ın heyecanını hala çok net hatırlıyorum. Niye mi? Sezon sonundaki isyanı yüzünden.
O yılın ikinci yarısı Beşiktaş’ın 2003-2004 sezonu gibiydi. Bizim o sezon yaşayacağımız Papila travmasının aynısını Altay, Muhittin Boşat travması olarak yaşadı. Bursaspor maçındaki katliam, hala her Altaylının hafızasında tazedir. Bu katliamı, dönemin Altay başkanı Nafiz Zorlu ile MHK Başkanı Hilmi Ok arasındaki polemik izleyince, sonuç bir takım katliamı oldu. Son darbeyi vuran Galatasaray’dı.
O sezonu, tüm dünya 17 Mayıs 2000 tarihli UEFA Finali ile hatırlar. Biz Beşiktaşlılar ise Fevzi’nin ıskaladığı geri pasla. Altaylılar da o zaferin 4 gün sonrasındaki Galatasaray – İstanbulspor maçıyla hatırlar. Berabere biten o maç, İstanbulspor’un ligde kalmasının, Altay’ın ise küme düşüşünün ilanıydı. Aslında bu beraberlik normal sayılabilirdi. Avrupa sarhoşu Galatasaray’ın 4 gün sonra, karşısında tüm gücüyle oynayan İstanbulspor’a puan kaybetmesi doğaldı. Belki de öyle oldu, ah almayayım. İstanbulspor başkanı Cem Uzan o akşam 5 milyonluk “ek” Telsim-Galatasaray sponsorluk anlaşmasını açıklamasaydı tabii.
Medeni bir ülkede kupa mupa bakmazlar, bu aleni rüşvet için gerekeni yaparlardı. Tabii bir Kulüp Başkanı’nın, bir başka Kulübün üyesi ve onun şirketinin de o ve diğer bazı başka takımların sponsoru olması garabetine baştan izin verilir miydi? O tamamen başka. Avrupa fatihi coşkusu altında kayboldu gitti Uzan’ın açıklaması, Altay’ın feryatları da. O sezonun etkisi büyük oldu. Altay sadece ligden düşmedi, küsen Nafiz Zorlu’nun desteğini de yitirdi. Acımasız Göztepe-Karşıyaka rekabetinin korkuttuğu İzmir sermayesi, Altay’a da sırt çevirdi. “Birinci Lig’de onlar” bahanesi gitmişti zira. Sponsorluğa niyetli olanların üç kulübe eşit paylaştıracakları bütçeleri de yoktu. Ve düşüş başladı.
Altay artık 3. Lig’de… Çöküş devam ediyor. Bu yılki çöküşün altında yatansa birilerinin yağma hırsı. Tarihi Alsancak Stadı’nın depreme dayanıksız diye Altay’ın elinden alınması kısacası. Alsancak’ın yıkılıp AVM olup olmayacağını zaman gösterecek. O zaman anlam kazanacak her şey. Türkiye’de depreme dayanıklı kaç stadın olduğunu sormak bile gereksiz. Ama bu sezon mesela çatısı çöken Bilecik Edebali Stadı’nda bile maç oynanmasına izin verenlerin Alsancak hassasiyeti manidar.
Alsancak’ı kaybetmek zaten fedakârlıkla yürümeye çalışan kulübün hem reklam gelirlerini sıfırladı, hem de başka sahaların kiralanması, buralara yol giderleri, taraftarla bütünleşememe gibi birçok sorunu da beraberinde getirdi. Devre arasında mali kriz yüzünden 8 oyuncusunu kaybeden Altay’ın çok da şansı yoktu. 3. Ligde, şu anki 18 milyon liralık borcun ödenmesi iyice sıkıntıya girdi. Altay’ın bu sarmaldan uzun yıllar kurtulması zor.
Türk futbolunun bugününe ışık tutacak, hazin bir öykü bu aslında. Hakemlerin, yöneticilerinin, büyük markaların, garip sponsorlukların ve doymak bilmez rantın, gözleri kör eden rekabetin kısa bir özeti. En ilginci ise Altaylıların çuvaldızı kendilerine batırmaktaki ısrarı. Hatalarını görüyorlar. Bu umut verici çünkü bu sorgulamayı sağlıklı yürütürlerse yine o bir zamanların korkulu rüya deplasmanı olabilirler. Olmalılar da. Çünkü Bizim Futbol Ailesi’nin Yaşar Usta’sı onlar. Şu an o meşhur sorunun zamanı, “Siz mi büyüksünüz, biz mi?” diye. Yanıtı kendileri verecek. Bu yanıt çok önemli. Çünkü taraftarı, geleneği, ahlakı ve spor kültürüyle Büyük Altay’a Türk futbolunda çok ihtiyaç var.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu habere henüz yorum yapýlmamýþ. |
|
Yorum yazabilmek ve okuyabilmek için üye giriþi yapýnýz. |
|
|
|
|
|
|